Osman Aydoğan


Fasîh Dede

Fasîh Dede


Fasîh Dede

Bugün de İstanbul'da yaşayıp da kimseciklerin pek bilmediği bir tarihi mekândan ve bir tarihi kişilikten bahsedeceğim; Fasîh Dede'den…

Fasîh Dede

Fasîh Dede, 17. yüzyıl Osmanlının Divan şairidir. Türkçe, Arapça ve Farsça akıcı üslupta şiirler yazar. Asıl adı Fasîh Ahmed’dir. Fasîh Dede olarak nam salar. İstanbul’da doğar ancak doğum tarihi belli değildir. 1699’da İstanbul'da vefat eder. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’nın hazine kâtipliğini yapar. Görevinden ayrılarak Galata Mevlevihane’sine girer, Gavsi Dede’ye bağlanarak Mevlevi olur. Fennî Mehmet Dede Efendi’den resim dersleri alır. Kendisi dönemin ünlü hattatlarındandır. Geçimini de kitap kopya ederek sağlar. Şiirleri ''Farsça Divançe'' (Çantay Kitap, 2007) isimli bir kitapta toplanmıştır. 

Şiirlerinden bir örnek:

"Geceler azmettiğim ol mâh'a sâyem havfidir.
Bir tarik ile kabul etmez muhabbet şirketi" 

(O ay yüzlünün yanına hep geceleri gitmemin sebebi, gölgemin de benimle gelmemesi içindir. Çünkü sevgi, hiçbir yolla ortaklık kabul etmez.)

Fasîh Dede'nin Mersiye-i Kerbelâ'sını da yeni yazıyla ve hat sanatıyla yazılmış orijinal halini de yazımın sonunda veriyorum. 

Fennî Mehmet Dede’den aldığı resim dersleri sayesinde bir oto portresini yapar ve resmi ‘’Elfakir Fasihü’l Mevlevi’’ olarak imzalar. 1104 (1692/93) tarihli bu resim, Fasîh Dede’yi başında Mevlevi külahı ve Mevlevi giysileri içinde gösterir. Bu oto portreyi de yazımın sonuna ekliyorum.

Fasîh Dede ve kedileri

Fasîh Dede’nin dergâhında onlarca kedileri vardır… Fasîh Dede kedilerine dergâhtaki hücresini paylaşacak kadar düşkündür. Dergâh sakinleri de onca kedinin bir dergâh odasında barınmasına, bakılıp beslenmesine, koridorlarda dolaşmasına, bahçeye girip çıkmasına, şüphesiz diğer odaları da ziyaret etmesine ses çıkarmazlar. Çünkü dergâh sakinleri de varlığın sırrını bildikleri için, uyuyan sokak köpeklerini dahi uyandırmamak adına onların sağından solundan geçen insanlardır…

Fasîh Dede’nin kendisinden önce otuz dokuz kedisi ölür. Onların tamamını kefenleyip dergâh mezarlığına gömer. Demek ki bir zamanlar İstanbul’da; bir kediye bile, öldüğünde ona saygıyla yaklaşıp kefenle, ritüelle uğurlayan insanlar vardır!

Fasîh Dede 1699 yılında vefat ettiğinde aynı gün kara kedisi de ölür ve beraber kefenlenip beraber gömülürler. Mezarı Galata Mevlevîhânesindedir. Mezar taşında; ''Göçdi bekâ mülküne Derviş-i Fasîh-i Mevlevî'' ibaresi yazılıdır. Mezar taşının fotoğrafını da yazımın sonunda veriyorum…

Fasîh Dede’yi anlatan kaynaklar

Fasîh Dede'nin eserleri vardır ancak kendisini anlatan yazılı bir eser ne yazık ki yoktur. Sadece Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 12. Cilt ile Rehber Ansiklopedisi, 7. Ciltte Fasîh Dede'den bahsedilmektedir…

Fasîh Dede’yi bu kadar anlatmamın nedeni onunla ilgili bir hikâye…

Fasîh Dede ve bir imam hikâyesi

Fasîh Dede her akşam Galata Balıkpazarı’nda, bir meyhanede demlenir, dergâha, “Âheste reviş hüsn-i edâ Mevleviyâne” (Mevlevihaneye yavaşça gitmek) bir tarzda, Osman Hamdi Bey'in tablosundaki kaplumbağa terbiyecisi gibi elleri arkada, sallana sallana, yalpa vura vura çıkar ve dergâha yakın Şah Kulu Mescidi’nin önünde oturup akşam namazını bekleyen imama, mestâne (sarhoş gibi, kendinden geçmişçesine) bir “Selâmün aleyküm imam!” dermiş. İmam, başta sikke, sırtta hırka, bu Mevlevi dervişinin halini ibretle seyreder, başını sallar, lâ-havle çeker, selamını kerhen alırmış…

Fasîh, bir gün, yine elleri arkada, sallana sallana aynı eda ile gelirken imam Fasîh’in selamını almamaya karar verir, inat eder, kararını da yerine getirir…

İmam o akşam rüyasında görür ki kendisi kurbağa olmuş. Badik badik giderken havadan süzülüp inen bir kartal, imamı pençesine taktığı gibi havalanır. Kurbağa şeklindeki imam bir aralık aşağıya bakar, sivri, yalçın kayalarla dolu bir yer. ''Eyvah'' der, “pençesinden kurtulursam düşüp pestilim çıkacak, düşmezsem akıbetim belli.” Tam bu sırada kartal birdenbire pençesini açar ve imam hızla düşer. Fakat bir de ne görsün? Aşağıda Fasîh Dede eteğini açmış bekliyor. Lop deyip eteğine düşer ve irkilerek kan ter içinde uyanır imam. Sarhoştan keramet, bu nasıl şey? Bir hayli düşünür uykusu kaçar imamın. Sabah da yakın, abdestini tazeler camiye gider…

Günün dağdağası rüyasını unutturmuştur. Akşam namazını, yine cami önündeki alçak ve arkalıksız hasır iskemlesine oturmuş beklerken bir de bakar ki Fasîh, yine elleri arkasında sallana sallana yukarıya doğru geliyor. Geceyi hatırlar yüreği oynar, önünü kavuşturur. Derken Fasih, imamın hizasına gelince, harfleri çiğneye çiğneye der ki:

-''Selamün aleyküm imam. Gördün ya, dün gece Fasîh’in eteği olmasaydı yamyassı olacaktın.''

Allah'ın, elleri arkasında sallana sallana yürüyen öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez, hele hele Şah Kulu Mescidi’nin imamları ise hiç bilmez. Hoş, bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Her daim hulus-u kalp ile boyun büker, dua eder, vazifelerini yaparlar...