Osman Aydoğan


Ortadoğu’nun dünü ve bugünü

Ortadoğu’nun dünü ve bugünü


Ortadoğu’nun dünü ve bugünü

Bugün için Filistin’de yine kan ve gözyaşı var… Ben bu sayfada bu kan ve gözyaşının gününü de anlattım ama geçmişini de anlatmak için teeee üç bin yıl geriye gittim… Üç bin yıl geriden ‘’Buhtunnasır’’i anlattım… Sonra da yine bir daha teeee üç bin yıl geriye giderek bir ‘'femme fatale’' (baştan çıkaran kadın) hikâyesi olan ‘’Samson ve Delilah’’ı anlattım…  

Bu kan ve gözyaşının dününü anlatmak için bu sefer de iki bin yıl geriye giderek yine Filistin’i ve bir başka ‘'femme fatale’' hikâyesini anlatmak istiyorum… Hep tarihe yönelerek, hem de üç bin yıl, iki bin yıl geriye giderek anlatıyorum, çünkü bu coğrafyanın genetik kodlarını bilmez isek eğer günümüzü de anlayamayız…

Hazırsanız eğer başlayalım iki bin yıllık bir geçmişe doğru yolculuğa…

Salomé

Bu yolculuğa bizi İrlandalı oyun yazarı, romancı ve şair Oscar Wilde (1854-1900)’ın ‘’Salomé’’ (İmge Kitapevi, 2014) isimli oyunu götürecek…

Oscar Wilde bu ‘’Salomé’’ isimli oyununu; Marcus (Marcos) ve Matta İncillerindeki bir hikâyeden ve bu hikâyenin üzerine yapılan Gustave Flaubert’in ''Hérodias'' ve Stéphane Mallarmé’nin ''Hérodiade'' isimli eserlerinden, Heinrich Heine’nin ''Atta Troll'' adlı şiirinden ve Gustave Moreau’nun ''L’Apparition'' adlı tablosundan esinlenerek yazar... Kutsal Kitap içinde anlatılan bir ‘'femme fatale’'in, ölüm fermanları verdirtecek kadar baştan çıkarıcı, ölüm fermanları isteyecek kadar ihtiraslı bir Doğu prensesinin tehlikeli, günahkâr ve dramatik öyküsüne Wilde’ın kayıtsız kalması imkânsızdır. 

Salomé “femme fatale” yani baştan çıkaran kadın karakterini işleyen bir oyun olduğundan döneminde müstehcen bulunarak ahlaki sebeplerle yasaklanır ve bu nedenle 1893’te yazılan eser ancak 1907’de seyirciyle buluşabilir. Alman besteci Richard Strauss da daha sonra Wilde’nin Salomé oyununu bir perdelik “müzikli dram” yapısında bir opera haline getirir. Wilde’ın “Salomé”si 1923, 1953 ve 2011 yıllarında da beyazperdeye uyarlanır.  

İki bin yıl önceki Filistin'de geçen bir hikâye

Hikâye Roma İmparatorluğu altındaki Filistin ve İsrail’de Galile (Celile) Kralı Hirodes, üvey kızı Salomé, Kâhin Yahya ve diğer karakterler arasında geçer. Oyun Salomé'nin ihtiras yüzünden yavaş yavaş insani duygularını kaybederek canavarlaşmasını anlatır.

Galile’de, daha İsa’nın adı duyulmadan önce herkese onun geleceğini haber veren bir kişi vardır. Bu kişi "Mesih geliyor ve hepinizi kurtaracak" diyerek buna inananları vaftiz eder. Bu kişi dinler tarihine "Vaftizci Yahya" diye geçen çok ünlü bir kişidir.

Doğduğunda Hz. İsa'yı da Erden (Şeria) nehrinde vaftiz eden Vaftizci Yahya, kısa bir süre önce öldürdüğü üvey erkek kardeşi Herod Filipus'un karısı Hirodias ile evlenmek isteyen Kral Hirodes'e "Kardeşinin karısını almak sana caiz değildir" diyerek arzusuna karşı çıkar. Kral buna rağmen öldürttüğü üvey kardeşinin karısıyla evlenir. Kralın evlendiği kadının ‘’Salomé’’ adlı çok güzel bir kızı vardır.

Kral, Vaftizci Yahya’nın  bu evliliğe karşı olması ve karısını aşağılayıcı söylemlerinden ve de halkı kışkırtmasından korktuğu için Vaftizci Yahya’yı zindana attırır. Fakat kutsal ve değerli bir adam olduğunu düşündüğü için onu öldürtmez. Karısı Hirodias ise Yahya'ya içten içe kin duyar.

Günlerden bir gün Kralın karısının ilk kocasından olan kızı Salomé, kraldan habersiz zindanda Vaftizci Yahya’yı görmeye gider. Salomé Vaftizci Yahya’yı gördüğü an ona âşık olur.

Salomé Vaftizci Yahya’ya şunları söyler: ‘’Senin bedenine âşığım Yahya! Bedenin tırpancıların hiç biçmediği bir zambak tarlası kadar beyaz. Bedenin Judaea (Yahuda, günümüzde Batı Şeria'nın bir parçası olan dağlık bölge)’nın dağlarında yatan ve vadilere dökülen karlar gibi beyaz. Arap Kraliçesi’nin bahçesindeki güller bile senin bedenin kadar beyaz değildir. Ne Arap Kraliçesi’nin bahçesinin gülleri ne de Arap Kraliçesi’nin baharat bahçesi; ne yaprakların üstünde parlayan gün ışığının ayakları ne de denizin gönlünde yatan ayın yüreği; dünyada senin bedenin kadar beyaz başka hiçbir şey yoktur. Bedenine dokunmama izin ver.” 

Vaftizci Yahya ise ona hiç karşılık vermez. "Dışarı Babil’in kızı. Tanrı’nın seçilmiş kuluna sakın yaklaşma" diye bağırır ve onu kovar. Salomé ise onu şiddetle arzulamaktadır. "Bırak, hiç olmazsa bir kere dudağını öpeyim" der. Yahya aynı öfkeyle cevap verir: "Asla; Sodom (Lût kavmiyle birlikte helâk edilen beş şehirden birisi)’un kızı; asla..." İstediği erkeği öpemeyen Salomé, reddedilmenin verdiği hınçla ve öfkeyle oradan ayrılır.

Kralın da üvey kızı Salomé’ye zaafı vardır. Bir saray eğlencesinde Salomé’nin dans etmesini ister. Kral Salomé'ye "dile benden ne dilersen, sana vereceğim" der. Hatta "benden ne dilersen, ülkemin yarısına kadar sana vereceğim" diye de yemin eder.  Salomé ne diyeceğini bilemez ve gidip annesine danışır. Sonra Salomé, daha sonra söyleyeceği bir dileğinin yerine getirilmesi şartı ile dansa razı olur. Kral söz verir. Salomé üzerindeki yedi tüllü elbise ile dansa başlar. (The Dance of the Seven Veils). Tülleri teker teker çıkarır. Son tül çıkarıldığında dans biter. Kral mest olmuştur. Çünkü Salomé insanlık tarihinin en güzel striptizini yapmıştır.

Kral bir süre bu muhteşem genç kızı seyreder ve "dile benden ne dilersen" der. Derin ve meraklı bir sessizlik salona iner. Gözler Salomé’ye döner.  Salomé iktidarının doruğa ulaştığı bu anı büyük bir hazla uzatır. Salondan çıt çıkmamaktadır. Annesine bakar. Misafirleri küçümseyen gözlerle süzer. Etrafındakilere böcek muamelesi yapan gözler, sonunda aynı umursamazlık ve emin ifadeyle krala döner: "Bana gümüş bir tepside Vaftizci Yahya’nın başını getirin..."

Salomé'nin bu cevabı Richard Strauss'un ayni isimli bir perdelik operasında Wiener Staatsoper'in salonu çın çın çınlatır: "Ich will den Kopf des Jochanaan." (Yahya’nın başını istiyorum) 

Kral korkar, çok direnir, bir din adamının başını almayı istemez. Ancak şehvetin esir aldığı kralın yapabileceği bir şey kalmamıştır. Emir verilir.  Vaftizci Yahya’nın kanlı başı gümüş bir tepsi içinde getirilip Salomé’nin önüne konur.

Salomé, kendisini reddeden erkeğin başını eline alır ve onunla konuşmaya başlar: "Dalgalar da, seller de söndüremez ihtiras denilen ateşi...” Ve kesik başa bakarak devam eder Salomé; ’’Bir prensestim, beni aşağıladın. İffetliydim, damarlarımı ateşe verdin. Aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük."

Sonra oradakilerin hayret dolu bakışlarına hiç aldırmadan, kendisini reddeden erkeğin kesik başını kendine doğru çeker ve ağzından öper. İntikam sahnesi Salomé'nin şu cümleleriyle biter:

"Ah! Öptüm ağzını Yahya, senin ağzını öptüm. Acı bir tat vardı dudaklarında. Kan tadı mıydı? Hayır; ama belki aşkın tadıydı... Aşkın acı bir tadı olduğunu söylerler... Ama ne önemi var? Ne fark eder? Senin ağzını öptüm Yahya, ağzını öptüm."

Kral verdiği sözden pişman olmuştur. Salomé’nin kesik başı öpmesi onu iğrendirmiştir. Kral Salomé’nin de kafasının kesilmesini emreder.

Halbuki ‘’Salomé’’ İbranice ‘’barışçıl’’ anlamına gelen bir sözcüktü. Arapça ''selam'' sözcüğünün kökeni de buradan gelir...

Eserdeki hikâye bu kadar.

Salomé’nin hikâyesini Oscar Wilde’nin dışında Avustralyalı yazar Toni Bentley "Salomé’nin Kız Kardeşleri" (Agora Kitaplığı, 2006) isimli eserinde daha detaylı anlatır.

İhtiras

Bu hikâye bana bir İspanyol atasözünü hatırlatır: “İnsanı, hangi zevkle günah işliyorsa o zevk öldürür!” Pek çok insanın sonunu ya tutku ya da saplantılarının getirdiğini, pek çok muktediri iktidardan “alışkanlıklarının” indirdiğini Tarih bize göstermiştir.

Çünkü ihtiras tehlikelidir, içinde vicdan barındırmaz. İhtiraslıların haset duygusu da güçlüdür. Evlerden ırak bir duygudur ihtiras; yıkıcıdır, tahrip edicidir, öldürücüdür. İhtiras, doymak bilmez bir canavardır. İhtiras bir kere adamın yakasına yapıştı mı, mantık ağlayarak ve tehlikeyi haber vererek onu terk eder... İhtirasları alt etmek, silah gücüyle tüm dünyayı hüküm altına almaktan daha zor, daha çetindir.

İşte bu nedenle Salomé Yahya’nın kesik başı tepsi içinde kendine sunulduğunda aslında tarihi bir tespiti söylüyordu: “Dalgalar da, seller de söndüremez ihtiras denilen ateşi...” Ama İspanyol atasözü de bu gerçeğin sonunu hatırlatıyordu: ''İnsanı, hangi zevkle günah işliyorsa o zevk öldürür!”

Harese

Bir de genellikle Ortadoğu'ya özgü bu ihtirası Zülfü Livaneli “Huzursuzluk” (Doğan Kitap, 2017) isimli romanında anlatır. Kendi hırsıyla, ülkenin yaralarıyla, kanıyla sarhoş olanların anlatıldığı bu romanda şöyle bir diyalog geçer:

“Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.” 

Ortadoğu’nun dünü ve bugünü

Tarihte de günümüzde de Ortadoğu böyledir işte… Ortadoğu’da kendi hırsıyla, ülkenin yaralarıyla, kanıyla sarhoş olan bütün muhterislerin sonu zevkle işledikleri ve gevişledikleri günahları gibi olmuştur. Ancak kendi sonlarını hazırlarken de halklarını da mahvetmişlerdir…

İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni John Berger: ‘’Galiplerin devri her zaman kısadır; mağlupların ise anlatılamayacak kadar uzundur'' derdi tam da Ortadoğu’nun dününü bir cümleyle özetlercesine… İngiliz aktör, yönetmen ve yazar Peter Ustinov da ‘‘Terör; yoksulların savaşıdır, savaş ise zenginlerin terörüdür’’ derdi tam da Ortadoğu’nun bugünü anlatırcasına

İhtiras, harese, Ortadoğu’nun genetik kodlarından birisidir… Bu çözülmedikçe hiçbir şey çözülmez…