İki gün önce Albert Camus’nün ‘’Veba’’ adlı romanını tanıtırken kısaca Albert Camus’den de bahsetmiş ve onun ‘’Yabancı’’ adlı romanını da çok kısa olarak şu cümlelerle tanıtmıştım:
Camus denilince, edebiyat alanında ilk akla gelen yapıt, 1942 yılında yayınlanan “Yabancı”dır. Konusu çok basittir. Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Mersault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa da roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz.
Camus bu kitabında Fransız adaletini ince bir şekilde eleştirir ve Fransız adaleti ile inceden inceye dalga geçer. Camus’un ‘’Yabancı’’sı ile Kafka’nın ‘’Dava’’sı arasında büyük benzerlikler vardır. Camus, Kafka’dan etkilendiğini bizzat kendisi ifade eder. Bilindiği gibi Dava’nın kahramanı Joseph K., tutuklanma ve ölüm cezasına çarptırılma nedenini hiçbir zaman öğrenemeyecektir.
Konu Albert Camus ve onun dünyanın tüm kitapları arasında en beğendiğim kitabı ‘’Yabancı’’ olunca tanıtımı burada bırakmak istemedim ve bu çok sevdiğim romanı hakkıyla tanıtmak istedim. Çünkü ‘’Yabancı’’ Albert Camus’nün bu kadar sade ve basit bir dille bir nasıl bu kadar çok şey anlatılabileceğini gösteren muhteşem bir romanıdır…
Roman ötekileştirilmenin bir kitabıdır. Meursault’un yargılanma sebebi, sebep olduğu olayın faili olduğundan değil, sahip olduğu fikirlerden, yaşam tarzından ve tercihlerinden dolayıdır. Roman topluma "yabancı" olan bir adamın düşündüren, çarpan, sarsan bir hikâyesidir.
Camus, kitabında basit bir dille insanın karmaşıklığını, bir insanın kendine ve hayata yabancılaşmasını ve toplumun uzağında kalmış bir insanın başına neler gelebileceğini basit bir insanın üzerine yıkarak anlatır...
Camus kitabında yabancılığın aslında toplumsal bir yaratım olduğunu, hiçbirimizin toplum içinde doğal yaratılmış halimizle yaşamadığımızı, sadece görünüş olarak değil, davranış olarak da kendi özümüzün dışında yaşadığımızı anlatır. Roman kahramanı Meursault bunları bize çarpıcı bir şekilde adeta bir ayna gibi gösterir...
Kitapta ilerledikçe insan Meursault'nun bakış açısını benimsiyor, toplumun davranışları gittikçe daha garip gelmeye başlıyor ve kendisine sormaya başlıyor insan asıl yabancı Meursault mu yoksa kendine yabancılaşmış toplumun parçası olan bizler miyiz diye?
Ve kitap ilerledikçe kendinizi tehdit altındaymış gibi hissediyorsunuz, hayatta önem verdiğiniz şeylerin, aslında ne kadar önemsiz olabileceğini düşünüyorsunuz. Hayatın kendisi bile eskisi kadar ciddi görünmüyor artık.
’’Yabancı’’ varoluşçu felsefenin roman olarak yansıtıldığı sıra dışı bir eserdir… Camus, bu romanında Paul Sartre'ın ‘’Varlık ve Hiçlik’’ (İthaki Yayınları, 2009) kitabında bahsettiği, varoluş felsefesinin özü olan ‘‘İnsan ne ise o değildir ne değilse o’dur’’ sözüne bu kitabıyla ‘’insan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır’’ diyerek cevap veriyor. Zira romandaki Meursault karakteri kendisine yabancı olmasının yanında toplumuna, kültürlere ve insanlığa da yabancıdır. Çünkü Meursault romanda sanki bambaşka bir dünyadan getirilip bu dünyaya bırakılmış gibi ne yapacağını, nasıl hissedeceğini bilemeden hareket eder. Burada da Camus, Alman filozof Martin Heidegger’in ‘’Varlık ve Zaman’’ (Agora Kitaplığı, 2011) (Sein und Zeit) isimli eserinde verdiği mesajı anımsatır. Bu eserinde şu iddiayı getiriyordu Heidegger; ‘’İnsan; bir varlık olarak (Dasein) evrene atılmış ve bu dünyaya öylece bırakılmıştır…’’
Camus’nün kitapta verdiği mesaj yaşamın kendisinin absürt olduğudur. Yaşamın içinde anlam aramak da saçmadır, ama bunla baş etmenin tek yolu yaşıyor olma halinin devam edişidir.
Meursault, temel değerlerini yok saydığı toplum tarafından idam edilirken verdiği, dünyaya kardeş, huzura ermiş insan görüntüsünü elbet yine kendi içinde kurduğu o absürd, o “saçma” hayat felsefesine borçludur.
Roman absürdizmin zirvesidir. Romanda hayata yabancı bu karakter, işlediği cinayetten değil de bu yabancılığından dolayı yargılanıp, ölüme mahkûm edilir. Meursault, kendi ölüm kararı alınırken bile yabancılığından sıyrılamaz. Meursault, kendi varlığına anlam yükleyemediği gibi ölümüne de bir anlam yükleyemez. Meursault, ölmesiyle yaşaması arasında bir fark görmez. Bu anlamda kitap dünyanın ve yaşamın anlamsızlığının bir özeti gibidir.
Ben kitapları okurken beğendiğim cümlelerin altını çizerek okurum. ‘’Yabancı’’yı bir daha elime aldığımda fark ettim ki neredeyse kitapta çizilmemiş cümle kalmamış...